22 Temmuz 2014 Salı

SABAHATTİN ALİ - İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN

Çok uzun ara veriyorum yazılarıma farkındayım. Sözde tatildeyim yalnız hep koşuşturmayla geçiyor. Aslında hiçbir şey yapmamaktansa böyle yorulmayı tercih edıyorum. J
Kısa bir açıklamadan sonra, okuduğum kitaptan bahsetmek istiyorum. Aslında bir solukta okuduğum kitap. Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan’ı.  Sabahattin Ali’den bloğumda 3. Kez bahsediyorum. Yeni kitaplarını keşfettikçe hayranlığım daha da artıyor. Kitaplarını okurken ,  o ruh halini hayal etmeye çalışıyorum. Bir insan nasıl böyle bir kitap yazabilir diye düşünürken hayranlığımın daha da arttığını fark ediyorum.  Şimdi biraz da kitabın konusundan bahsedelim J
İçimizdeki Şeytan kitabının ana karakterleri Macide , Ömer , Bedri .. Aslında adı geçen bir sürü karakter var ama olaylar  3 ü arasında geçiyor. Macide , hayatının bir bölümüne kadar hep tesadüfleriyle yaşamış biri. İlk okulu , orta okulu sonra konservatuara gidişi.. Ve daha sonra Ömer ile tanışıp hemen ona kapılıvermesi.. Gerçektende Ömer konuşmalarıyla Macide’yi hemen etkilemiş , aralarında anlayamadıkları bir sevgi oluşmuştu .. Macide’nin başına gelen ev hadisesinden sonra Ömer ile yaşamaya başlamış , Ömer’i değiştirmeye çalışırken , kendisi ona uymuş ki yaptıkları yanlışlıkların farkına vararak… Ömer özünde iyi bir insan olmakla birlikte , her şeyi paraya bağlayan , para olmadan mutlu olmayan ve para için her şeyi yapabilecek bir karakter. Nitekim yapmıştır , düşkün durumdaki bir insandan(veznedar) faydalanmıştır.  Tabi Ömer, yaptıklarının yanlış olduğunu bilip bunu içindeki şeytana atmıştır. Bu durum Ömer’i , Macide’nin gözünde daha da değersizleştirmişti. Birazda Bedri’den bahsedelim. Bedri Macide’nin piyano hocasıdır ve hocası olduğu zamanlarda aralarında açıklayamadıkları hatta kendilerinden bile sakladıkları hisleri oluşmuştu. Yıllar sonra tesadüfen karşılaştıklarında , ikisi de şaşırırlar çünkü Macide Ömer ile evlenmiş ve Bedri Ömer’in yakın arkadaşıdır. Bedri Ömer’e hep acımış elinden geldiğince yardım etmiştir. Bütün bu olaylar olurken , kendi iç hesaplaşmaları vardır. İşte kitabın en derinden etkileyen kısmı burasıdır , Sabahattin Ali en ufak ayrıntısına kadar düşünmüş ve  hayatımızdaki kendi iç hesaplaşmalarımızı aynen kitaba yansıtmıştır.
İçimizdeki Şeytan’ı okurken bazı satırların altını çizdim. Bunları sizlere  aktarmak istiyorum..

‘’ Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi. Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye irademiz vardı? Kullanamadıktan sonra göğsümüzü doldurun hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı? Yaşayışımıza ve etrafımıza şekil vermek arzusuyla dünyaya gelmekten ise hayatın ve muhitin verdiği şekli kolayca alacak kadar boş ve yumuşak olmak daha rahat, daha makul değil miydi ? ‘’

‘’ ‘’Hafızanız pek zayıf galiba!..’’Daha geçen gün bu mesele hakkında konuşmuştuk ve bu söylediklerinizi size ben anlatmıştım. Şimdi aynı şeylerin bana karşı müdafaası lüzumsuz değil mi ? ..’’

‘’ Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok.. İçimizde aciz var.. Tembellik var.. İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var ..Hiçbir şey üzerinde düşünmeye , hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde , insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz ‘’

30 Haziran 2014 Pazartesi

KADINLAR NEDEN MUTSUZ ???


2 haftadır bayanlara güzellik merkezinin tanıtımını yapıyorum. Ve güzellik konusunda verdikleri tepkilerle şoka uğruyorum.  Şöyle bir genelleme yapabilir miyim acaba ? Ev hanımı olan bayanlar , çalışan bayanlara oranla daha mutsuz , bıkkın. Çünkü ev hanımı bayanlar sadece ev işleriyle uğraşıyor( ev hanımı olup başka uğraşlarda bulunanları tabiî ki bu genellemeye dahil etmiyorum).  Güne ev halkına kahvaltı hazırlamakla başlayıp , öğle yemeği hazırlamakla devam edip arada bulaşıkları çamaşırları yıkamakla , evi topla sil süpür ve vakit geçti akşam yemeği vakti geldi , akşam yemeğini hazırla sonra bulaşıkları yıkamakla son buluyor… ve gün bitti .. Evdeki bayan işte çalışan kocasından daha yorgun, suratı asık ..
Bizim evlerimizde şöyle bir anlayış var ; kadın ev hanımıysa bütün işleri o yapar , kimse yardım etmez .. Ama iş kadınıysa , nasıl olsa o yorgundur deyip koca da yardım eder ve işlerini beraber bitirirler..
En hanımı bayanları kendilerine daha az özen gösteriyorlar. Neden ? Ben bu duruma çok gıcık oluyorum. Hanımlar siz her şeyden daha değerlisiniz. Siz bu dünyaya ev işi yapmak için gelmediniz diye haykırasım geliyor. Ve bazı bayanlara söylüyorum aynen böyle. Sonra gelen cevap yine evde yemek yapmam lazım oluyor. İşte bu cevapla birlikte daha fazla kızıyorum.
Sizlere bayanlarla konuşmalarımdan da yazmak istiyorum..
Ben : Merhaba , yeni bir güzellik merkezi açıldı , hizmetlerimiz bunlar ( cilt bakımı , leke tadavisi vs. )
Karşımdaki bayan :  Dinazorlara da hizmet veriyor musunuz ? ( evet aynen kendine kadın dinazor diyor )
Ben : Anlayamadım.  diyorum
3 defa falan tekrar ediyor bayan. Ve ben tatlı şirin bir dinazorum diyor. (Kafaya bak ! )
Bu yaşadığım olay belki de en uç olaydı.
Bu yazımı okuyan sevgili okurlarım ; eğer ev hanımıysanız lütfen işleri çocuklarınıza ve eşinize yaptırmayı bir şekilde başarın. Eğer annesi ev hanımı olan okuyucuysanız lütfen annenize yardım edin.
Mutlu kalın ..
L  Sokağından Sevgilerle…
Efruze..

25 Haziran 2014 Çarşamba

S U R İ Y E



     Uzun zamandır vakit ayıramadım bloğuma. Finaller o , bu , şu derken geçti gitti zaman. Bugün sizlere Suriye’den gelen, ülkemizde sokaklarda yaşan , Suriyelilerden bahsetmek istiyorum.  Öncelikle Suriye’de yaşanan savaştan dolayı ve ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanlardan dolayı çok üzgünüm. Keşke olmasaydı. Başkalarının günahlarını onlar çekmek zorunda kalmasalardı.  Metrodan geçerken köşelerde dilenen Suriye vatandaşlar , o küçücük minnacık çocukların el açıp para istemeleri ve vermeyince annelerine dönüp vermiyorlar işte demeleri içimi parçalıyor gerçekten. Görünce dayanamıyorum.  
    Bugün akşam otobüse bindim. Ve Suriyeli bir anne kucağında güzel mi güzel , tatlı mı tatlı bir çocuk , yanında da 5 yaşlarında daha güzel bir kız çocuğu vardı. Biraz koku geliyordu. Düşündüm bir gün suyumuz kesilse kıyametleri kopartıyoruz , duş alamazsak ne yaparız diyoruz peki ya onlar ? Onlar ne haldeler ?Bir kaç bayan aralarında konuşuyor ve bayanlardan bir tanesi ‘’ Şöyle rahat rahat yurt dışına çıkamıyoruz .’’ diye hayıflanıyor. Peki ya sokaklarda dilenmek zorunda kalan Suriyeliler ne diye hayıflanıyor  sizce ? Banyo yapacak su bulamamaktan , ya da bir tas çorba içememekten  olabilir mi ?
Böyle gördükçe halimize , yaşadığımız koşullara şükretmediğimizi , hep daha fazlasını istediğimizi anladım.        Lütfen biraz düşünelim ve halimize şükredelim. J Sizlere içimi dökmek istedim biraz can sıkıcı oldu farkındayım ama napalım bugünlükte böyle olsun J
  
   L Sokağından Sevgiler ..
              Efruze..

16 Haziran 2014 Pazartesi

Mutluluk bir an , fotoğraflar bir ömür ...

    
    Yaz geldi , çiçekler açtı , böcekler uçuştu. Her yerde gelin damat, nişanlılar fotoğraf çektirir oldular. Yalnız bu fotoğraf çekimlerinde hep bir şeyler dikkatimi çeker. Neden bu kadar abartı ? Gerçekten neden bu kadar süslülük ? Fotoğraf çektirme gününe kadar sade bir şekilde , dikkat çekmeden giyilen elbiseler , bir anda akıl almaz bir abartılıkta fotoğraflarda yer alıyor. Şimdi herkesin vücut ölçülerine göre uygun giymesi gerektiğini biliyoruz  çok kilolu bir gelinin çok dar bir gelinlik seçmesi neden ? Kapalı bir bayanın eşarbında bir başka eşarptan yapılan güller ve ayrıca başından süs niyetine zincirler sarkması neden ? Peki diğer aile fertlerinin o gün için seçtiği elbiseler de dantel , fiyonk , cırtlak renk.. Hepsini giymesi neden ?  

    Evlenecek veya nişanlanacak arkadaşları şimdiden Allah mesut etsin diyorum. Bu yazıyı okurken bana ‘’ ya sen kültür falan blog yazarısın giyimle ne alakan var ‘’ diyen okurlarım evet haklısınız. Ama çevremde sürekli gördüğüm manzarayı yazmadan geçmek istemedim. Sadeliğin her zaman daha şık olduğunu bir kez daha vurgulayıp yazıma son veriyorum J

     L Sokağından Sevgilerle …
            Efruze ..

4 Haziran 2014 Çarşamba

TARİHİN İÇİNDEN ŞEHZADE MUSTAFA

Merhabalar   L Sokağı okuyucuları. Bu günkü yazımızda tarihin en çok sevilen ve sevildiği kadar da haksızlığa uğrayan bir isminden bahsetmek istiyorum. Tarihin ona olan sevgisi ve saygısı beni hep imrendirmiştir. Koca Osmanlı tarihin de çok padişah, şehzade ve hanım sultan geçmiştir. Ama hiç kimse onun kadar anılmadı. Bahsettiğim isim tabi ki Şehzade Mustafa’dan başkası değildir. Babasına ihanet suçu ile suçlanmış, koca Osmanlı ahalisi ve sarayın sevgisine mazhar olmuş ama kendi babasına sadakatini bir türlü inandıramamıştır. Ya da bir şehzadenin bu kadar çok sevilmesi koca cihan Sultanı’nın bir türlü hoşuna gitmemiştir kim bilir?  Doğumundan vefatına kadar geçen sürede neler olmuş bir bakalım.
Şehzâde Mustafa, 1515’te Mahidevran Sultandan Manisa da doğmuştur.1520’de babasının tahta çıkması üzerine İstanbul’a geldi. 1533’te Manisa Sancakbeyliği’ne tayin edildi. Kanunî, Hürrem Sultan’ın da tesiriyle Şehzade Mustafa’yı, hem saltanat merkezine yakın olması sebebiyle hem de Manisa’nın Padişahlığın ilk basamağı olarak görülmesiyle Mustafa’nın Manisa Sancakbeyliği’nden alarak yerine Şehzade Mehmed’i tayin ettirdi. Şehzade Mustafa’yı da Amasya’ya gönderdi. Ancak Şehzade Mehmed’in 1 yıl sonra 1543’teki beklenmedik ölümü Şehzâde Mustafa’yı tekrar şanslı duruma getirdi. Şehzade Mustafa hayatta iken onun haricinde sarayda üç şehzade daha vardır. Şehzade Selim, Bayezıd ve Cihangir. Hürrem Sultan’ın ve Rüstem Paşa’nın meyli Şehzade Bayezid’e; Askerler, âlimler, halk ve Sadrazam İbrahim Paşa’nın meyli ise Şehzade Mustafa’ya idi. Harem halkının meyli ise sancağa çıkmayan Şehzade Cihangir’eydi. Yani Selim kimsenin aklına dahi gelmiyordu. Zira kendi sancağında etrafında toplanan musahiplerle eğlenceli bir hayat sürüyor devlet işleri sorulduğunda ”bakalım Mevla neyler” diye lakayt geçiyordu.
Peki, ne oldu da bu kadar sevilen bir şehzadenin boynuna geçti yağlı ilmek. Hürrem yıllarca nasıl kanuniyi işledi ki koca sultan cihanın bir türlü inanmadığı bir sebepten öldürdü şehzadesini.
Evet, Hürrem şüphesiz ki işinin zor olduğunu biliyordu. Zira Mustafa’nın yanında güçlü yandaşları vardı. Sadrazam İbrahim Paşa, yeniçeri ocağı, halk ve çeşitli illerde ki beyler…
 Mustafa’nın en büyük destekçisi Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa’ydı. Sultan’ın çocukluk arkadaşı ve en güvendiği adamdı Pargalı. Öyle ki Sultan onu kendi gazabından dahi korumuştur. Olası bir durum da sultan ölüm emrini veremeyecekti. Hürrem çeşitli entrikalarla, mektuplarla pargalı’nın ona isyan hazırlığında olduğuna inandırdı. Bir yandan da söylentiler Pargalıyı canından etti. Ebu Suud Efendiden alınan fetva ile Pargalı’nın katli tek yolla mümkün olabilirdi. Pargalı, eğer Sultan uykuda olduğu bir anda infaz edilirse katli vacip olacaktı.  Ve Pargalı katledilir. Bir anda en büyük destekçisini kaybetmiştir Mustafa. Daha da kötüsü de olur ve Hürrem Kanuniye en yakın makamı boş bırakmamak adına Sadrazamlığa Diyarbekir Valisi Rüstem Paşa’yı getirir. Devlet işlerinde ki en küçük değişiklik de Hürrem haberdar olacak ve kendi Şehzadelerinin Sultan olması yolunda bir hayli ilerlemişti Hürrem.
Halkın Mustafa’ya sevgisi de baki’ydi. O dönemde Mustafa tüm ahaliyi onlara olan ilgisi alakasıyla, zekasıyla, cesaretiyle hayran bırakmıştı
Hürrem,  Kanuniyi sürekli dolduruşa getirmiş ve sürekli Mustafa’nın bu kadar sevilmesinin altında başka sebepler aratmıştır. Bu söylentileri dikkate almayan Kanuni’ye artık somut deliller sunma zamanı gelir. Söylentilere karşı bir defasında Kanuni;” hâşâ Mustafa Han’ım böyle bir küstahlığa cüret ede. Bazı müsfidler kendi arzularını mülk ve saltanat ona kalmasun diye iftira ederler.” Diye sert çıkmıştır. Bu durumda fitne ateşini iyice körükleyen Sadrazam Rüstem Paşa, Mihrimah Sultan ve Hürrem Sultan aralarında bir plan yaparlar. Sahte mektup yazmadaki başarısını gösteren Hürrem Sultan, Mustafa’nın; İran şahı Tahmasb ile iş birliği içinde olduğunu, Kanuni yi devireceğini inandırdı. Hatta 3.iran seferi için Mustafa orduya yardım amaçlı 30.000 kişilik ordu ile Konya Ereğlisi’ne geliyordu. Ama bu padişaha isyan hazırlığında gibi sezdirildi. Artık hüküm verilmiş, Kötü emeller amacına ulaşmış ve maalesef Şeyhülislam Ebusuud Efendi’den usulüne uygun alınmayan fetva ile çağın en acılı ve haksız idamı gerçekleşecektir. Tüm olanlara karşı Mustafa, Kanuni’nin bir türlü inanmadığı o sadakate sonsuza kadar bağlı kalacak ve yeniçerilerin onun emrinde olmasına tenezzül etmeyip,  babasına isyan etmeyecek, babasının ona güvenmesini dileyecekti. Babası ile görüşmek için otağına gittiği gün masumiyetinin nişanı olarak beyazlarla içeriye girer, cebinde babasının onu dinlemeyeceğini bildiği için ona yazdığı bir mektup vardır. Mustafa babasının ona inanmayacağını bilmekte ama son nefesine kadar sadakatine bağlı kalacaktır. Çünkü suçsuzdu. Şehzade Mustafa babası ile görüşmek için girdiği çadırda yedi dilsiz cellât tarafından boğdurularak öldürülür. Suçu devlete isyan suçundandır. Oysa deliller yanlış, şahitler yalancıdır.
Rivayete göre, padişah, şeyhülislâm Ebussuud Efendi’ye, hâdiseyi sembolik bir şekilde anlatarak fetvâ almıştır: Bir tacir, iş için uzak bir yere giderken ailesiyle mallarını kölesine emanet etse; bu köle de efendisinin ailesini yok ederek mallarına el koysa; dönüşünde de efendisini öldürmeye karar verse; ne lâzım gelir? El cevap: İdamı hak eder. Fetva, buradan da anlaşılıyor ki usulüne uygun alınmamıştır. 38 yaşındaki Şehzade, Bursa’da Muradiye külliyesine gömüldü. Annesi Mahidevran Haseki, Bursa’da uzun yıllar oğlunun hatırasıyla yaşadı. Üvey oğlu Sultan II. Selim’in yardımıyla, şehzadenin kabir üzerine büyük bir türbe yaptırdı. Ertesi sene Rumeli’de Şehzade Mustafa olduğunu iddia eden birisi ortaya çıkarak hayli taraftar topladıysa da, çıkardığı isyan bastırıldı. Babasının taraftarlarının etrafında toplanmasından korkulan oğlu da Amasya’da idam edildi. İki kızından biri Ankara Valisi Cenabi Ahmet Paşa ile evlenmiştir.
Şehzade Mustafa, yüzü ve tavırlarıyla dedesi Yavuz Sultan Selim’i andırırdı. Şair ve hattat idi. Âlim ve sanatkârları himaye ederdi. Manisa’da cami, ayrıca çeşmeler yaptırmıştır. Şehzâde, Osmanlı tarihinde hakkında en çok mersiye yazılan şahsiyetlerdendir. peki biz onu çok sevdik de dünya onun için ne diyordu.
Şehzade Mustafa'nın şahsına dair önemli verilerden biri de Bernardo Navagero adlı İtalyan elçinin hakkında verdiği bilgilerde bu sevgiyi doğrular nitelikdedir. Yazdığı bir mektup aynen şu şekildedir:
 "Şehzâde Mustafa, sultanın ilk oğlu. Annesi de Çerkez olan kadın. Şu anda Amasya'da ikamet ediyor. İranlıların sınırında, İstanbul'dan 26 gün uzaklıktaki bir mesafede. Yıllık geliri 80 bin dükaya tekabül ediyor. Annesi de onunla birlikte yaşıyor ve oğlunun zehirlenmesini engellemek için her türlü önlemi alıyor. Onun için en tehlikeli şeyin zehir olduğunu, başka hiçbir şeyden korkmaması gerektiğini söylüyor. Mustafa'nın annesini büyük ölçüde sevip saydığı söyleniyor.
Herkes onu çok seviyor ve  babasının yerine tahta çıkmasını istiyor. Yeniçerilerin de onun hükümdar olmasını istedikleri çok açık. Sultanın bütün kullarının arzusu da bu, çünkü ilk oğlu olmasından yanısıra çok dürüst, cömert ve cesur olması da herkesin onu istemesi için yeterli sebepler. Topraklarına gelen her yeniçeriye, sultanın kullarına, sadece çok iyi davranmakla, onları misafir etmekle kalmıyor, aynı zamanda çok güzel hediyeler de sunuyor. İşte sahip olduğu nâmı da böyle kazanmış. Her ihtiyaçları için yeniçeriler kendisine rahatça başvurabiliyorlar ve onun idaresinden bugüne kadar kimse sultana şikâyetçi olmamış.
Babasına sık sık armağan olarak güzel atlar, ayrıca birkaç bin düka da gönderiyor ve bunu seve seve yaptığı çok belli.
Şimdiye kadar babasına karşı hiçbir ters harekette bulunmamış. Hem de başka bir kadından olan diğer kardeşlerinin babasına yakın olduklarını bildiği, hatta biri sarayda yaşadığı halde. Bu konuda çok ılımlı.Söylediğim gibi herkes babasının ardından Şehzade Mustafa'nın hükümdar olmasını bekliyor ve istiyor. Ancak değişik olaylardan dolayı şans Şehzade Selim tarafına da düşebilir (Diğer ikisine çok fazla önem verilmemiş). Sultanın çok sevdiği annesinin planları ve çok yetkili olan Rüstem'in planları da bu doğrultuda. Yani sultanın ölümünden sonra Selim'in padişah olmasını desteklemek için şimdi planlar yapıyorlar. Bu yüzden paşa en önemli mevkilere kendine yakın, onun emrinde olan kişileri yerleştiriyor. Sancakların yanı sıra, hem yeniçeri ağasını yerleştirdiği, hem de kardeşini kaptanıderya mevkilerine çıkardığı gibi. Paşa kaptanıderya olan kardeşinin görevden alınmaması için büyük çaba gösteriyor. Bu mevkiden kardeşini alsa bile yerine çok güvendiği başka birini koyacak. Zira Mustafa'nın tahta çıkmasını engellemek için bir donanma ile onun yolunu kesmekten daha iyi bir şey yok.
Sultan Selim, İstanbul'a çok yakın. Hayatta kalmayı başarırsa, annesi de ölmezse, paşa da hazinenin ve sultanın paralarının sahibi olarak, kaza eseri bir ölüm ile Sultan Selim'i tahta oturtmak onlar için pek de zor olmaz. Herşeyi elde eden para aracılığı ile insanların kalbindeki Sultan Mustafa sevgisini kısa sürede silip atabilir. Bu şekilde kendisi de tahtı elinde tutmaya devam etmiş olacaktır. Ancak Mustafa'nın öldürülememesi durumunda ise Mustafa, hakettiği tahta çıkmak ve çıktıktan sonra da kaybetmemek için elinden geleni yapacaktır. Sultandan sonra tahta çıkan kim olursa olsun, herkesin bir korkusu var. Bunu Türkler de söylüyor: Bu taht meselesi oldukça kanlı olacağa benziyor ve bunun felaketlerin başı olduğunu düşünüyorlar. Bu konu ile ilgili olarak sultanın taht için kimi tercih ettiğini anlamak kolay değil çünkü hepsi onun oğlu ama yanında her zaman Rus karısı var ve bu kadın kendi oğullarını hep ön plana çıkarıp, sürekli Mustafa'yı kötülüyor. Ama Mustafa'nın tahta çıkması konusunda pek bir şey değiştiremeyeceğini de biliyor. Sultan da bu konuda bir şey yapamaz zira kendi ağzıyla Mustafa'nın tahta çıkacağını söyledi."
BernardoNavagero
Şehzade Mustafa ile diğer önemli bir bilgi de Fransız tarihçi GuillaumePostel,"De la RépubliquedesTurcs"(Türklerin Cumhuriyeti) adlı kitabında Şehzade Mustafa’nın iktidarı devralabilecek yaşa ve olgunluğa ulaştığını, tedbirli, ve son derece iyi eğitimli bir şehzade olduğunu yazmaktadır.

L Sokağından Sevgilerle..   
     B.


1 Haziran 2014 Pazar

RASİM ÖZDENÖREN- GÜL YETİŞTİREN ADAM


1940’ta Maraş’ta doğdu.İlk ve orta öğrenimini Maraş, Malatya, Tunceli gibi Güney ve Doğu  şehirlerinde tamamladı.  İ.Ü. Hukuk Fakültesi’ni ve İ.Ü. Gazetecilik Enstitüsü’nü  bitirdi. Devlet Planlama Teşkilatı’nda uzman olarak çalıştı. Bir ara araştırma amacıyla ABD’nin çeşitli eyaletlerinde, 1970 -1971’de iki yıl kadar kaldı. 1975  yılında Kültür Bakanlığı Bakanlık müşavirliği  görevine geldi. Aynı bakanlıkta bir yıl da müfettişlik yaptı. 
1978’de istifa ederek ayrıldığı devlet mamurluğuna bir süre sonra(1980) Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalışmak üzere tekrar döndü. Uzman, daire başkanlığı, genel sekreter yardımcılığı, genel sekreterlik, müşavirlik görevlerinde bulundu.205 yılında, devlet memurluğuna noktayı koyarak kendi deyimiyle özgürlüğünü ilan etti.
Türk öykücülüğünün ve deneme yazarlığının gelmiş geçmiş en usta kalemlerinden biri olarak kendini gösterdi.
Rasim Özdenören’in Gül Yetiştiren Adam’ı okudum.  Ve roman ilk baskısını 1979 yılında yapmış. Romanda  eskiden yapılan şeyler ile yeni yapılan şeyleri karşılaştırıp , nelerin değiştiğini gözler önüne seriyor. Romanı okurken , gerçektende hayatımız böyle dedim ve çok şaşırdım. Rasim Özdenören 1979 yılında bir kitap yazıyor ve günümüz yaşantısıyla çok uyuyor. Gerçekten bir üstat kendisi.
Roman:                        
‘’ Şehir yıkıntıları. Ve insan yıkıntıları.
Kadavralar. Kadavralarla uğraşarak bir yere gelinir mi ?
Büyük bir kale muazzam bir toprak yığını şehrin göbeğinde minareler kubbeler dar sokaklar sokaklar topraktan. ‘’
Diyerek başlıyor. Bir adamın yaşanılan olaylardan dolayı yıllarca dışarı çıkmadan evinde yalnız başına gül yetiştirdiğini , yılların inadını bırakıp dışarı çıktığında o eski ile yeni şeylerin değişimine hayretle baktığını anlatıyor. Ve bunlardan bahsederken de aslında insanları eleştiriyor. Geçmişte insanların bu ülke için nasıl savaş verdiğini , ancak şimdikilerin bunlardan haberleri yokmuş gibi davranmalarını eleştiriyor. Gerçekten de öyle değil mi ? 
Yapılan büyük binalar , yeşilliklerin yok olması her gün biraz daha yabancılaştırmıyor mu bizi yaşadığımız dünyaya karşı.
Sizlere kitabın özünü biraz anlatmak istedim. Aslında kitabı okurken burası çok güzel deyip altını çizdiğim çok yer var ama yazmak istemedim çünkü gerçekten okumanızı istiyorum J

Mutlu Kalın J

L Sokağı'ndan Sevgilerle..
    Efruze..
      


28 Mayıs 2014 Çarşamba

21. YY DA HEDİYE ANLAYIŞI ..

   

Yazıma günümüzde değişen hediye anlayışını  anlatmakla başlıyorum.  Nedir hediye ?  Hediye , insanın karşısındaki kişiyi mutlu etmeye yarayan ,karşılıksız , bir beklentiye girmeden(en önemli kısım burası) aldığı armağandır. Yalnız bu tanım pek günümüz için geçerli değil sanki , artık hediyenin değerinden çok maddiyatı daha bir önemli oldu 21. Yüzyıl yaşayanları için.
Yazıma günümüzde değişen hediye anlayışını  anlatmakla başlıyorum.  Nedir hediye ?  Hediye , insanın karşısındaki kişiyi mutlu etmeye yarayan ,
   Bu savımı örneklemek istiyorum. Bir gün okulun bahçesinde otururken , karşı masamda oturan kız nişanlısının annesiyle arasında geçenleri anlatıyor yüksek bir sesle. ( Hemen yanlış anlamayın tabiî ki kulak misafiri olmadım , yüksek sesle konuştuğu için duydum. Ben hiç öyle şeyler yapmam J ). Nişanlısının annesi bir gün gelmiş bunlara , ben sana Ankara’nın en iyi kuyumcusundan , en pahalısından tek taş aldım , siz benim oğlumu sevmiyorsunuz, ona karşılığında hiçbir şey almadınız demiş. Bakın olaydaki duruma. Eğer ben sana en iyi tek taşı aldıysam, sende benim oğluma en iyi hediyeyi almakla zorunlusun. Tabi kız kovmuş kadını evden , nişanlısından da ayrılmış vs vs. neyse bizi ilgilendiren hediye kısmı.
   Günümüzde hediye anlayışı böyleyken , Osmanlı zamanındaki hediye anlayışı nasıldı peki ? Erkekler , eşlerine en pahalı hediyeyi almak yerine sadece bir ayna hediye ederlerdi. Çünkü en güzel hediyenin aynaya bakan kişinin olduğunu anlatmak isterlerdi. ( Ne kadar ince bir anlayış değil mi? )
Bu iki olayı karşılaştırınca üzüldüm tabi
  Karşılıklı , beklentiyle hediye vermenin değişmesi dileklerimle..

  Mutlu Kalın…

  L Sokağı'ndan Sevgilerle 
  Efruze