23 Mart 2014 Pazar

Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna

     
       Bugünkü blog konuğumuz Sabahattin Ali. Sizlere ilk önce edebiyatımızdaki bu değerli yazarımızdan biraz bahsetmek, daha sonra da beni derinden etkileyen Kürk Mantolu Madonna’sından bahsetmek istiyorum.
             Sabahaittin Ali 25 Şubat 1907’de Gümülcine’de doğdu, 2 Nisan 1948’de Kırklareli’nde öldü. İstanbul İlköğretmen Okulu’nu bitiren Sabahattin Ali, Yozgat’ta bir yıl öğretmenlikten sonra,1928 yılında Miili Eğitim Bakanlığı’nca Almanya’ya gönderildi. 1930’da döndükten sonra Aydın, Konya ve Ankara ortaokullarında Almanca öğretmenliği, Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü’nde memurluk vee Devlet konservatuarı’nda dramaturgluk yaptı. 1945’te Bakanlık emrine alındı, İstanbul’da Markopaşa adlı mizah gazetesini çıkardı. 1948’de bir yazısı yüzünden tutuklandı, 3 ay kadar hapis yattı. Sürekli izlendiği için yurtdışına kaçmak istedi, ancak Kırklareli dolaylarında bir kaçakçı tarafından öldürüldüğü iddia edildi.
    ESERLERİ
ŞİİR:
Dağlar ve Rüzgâr (1934)
Değirmen Dağlar ve Rüzgâr (1965)
Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağaların Serenadı, Öteki Şiirler (1988) tüm şiirleri
ROMAN:
Kuyucaklı Yusuf (1837-1988)
İçimizdeki Şeytan (1940-1982)
Kürk Mantolu Madonna (1943-1988)
ÖYKÜ:
Değirmen (1935)
Kağnı (1936-1983)
Ses (1927-1972)
Yeni Dünya (1943-1982)
Sırça Köşk (1980)
OYUN:
Esirler (tefrika 1936, basım 1966)
       Sabahattin Ali’nin talihsizliklerden örülü yaşamı, gizemli yönleri hala tam aydınlatılamamış trajik ölümü, sanatçı ruhunun tutkulu derinlikleri ile ülke gerçeklikleri karşısındaki toplumsal bilinci arasında kimi zaman kurabildiği uyumlu denge, kimi zaman da bireyin iç dünyasına eğilen şikayetçi, karamsar ve melankolik bir ruhun patlamaları şeklinde kendini gösteren iç derinliği, onu modern edebiyatımızda kolayca etiketlendirilemeyecek öncü yazarlardan biri olarak, çeşitli yönleriyle bugün yeniden, yeni bir edebiyat merceği altında incelemeye değer kılmaktadır.
     Böyle bir girişten sonra yazımın da en başında dediğim gibi beni çok etkileyen Kürk Mantolu Madonna’sından bahsetmek istiyorum.
      
        O Kürk Mantolu Madonna’ydı onun için. Babasının yolladığı Almanya’da resim sergisinde tanıdı onu. Sadece bir portreydi. Baktı baktı doyamadı. Günlerce resim sergisini ziyaret edip, sadece bir resmin karşısında seyre daldı. Aşık olmuştu bir kere ! Öyle bir tutulmuştu ki resme yanına gelen gerçek Kürk Mantolu Madonna’sının farkına bile varamadı.  Hep hayalini kurdu o kadının .. Ve bir gün gece yarısı sokakta gördü onu. Sadece bir andı ! O olup olmadığını anlamak için ertesi gece aynı sokağa tekrar geldi. Onunki sadece bir umuttu. Sokaktan yine bir kadın geçiyordu, o olup olmadığını anlayamadı takip etmeye başladı kafasındaki düşüncelerle.. Çünkü kadının kürkü aynı Kürk Mantolu Madonna’nın kürkü gibiydi.. Evet takip etti ve buldu hayalindeki kadını. Sonra tanıştılar. Asıl adı Maria Puder’di. Birlikte uzun uzun vakit geçirmeye başladılar. Her şey çok güzel giderken Madonna’sı bir gün artık yapamayacağını söyledi. Ve onun için hayat durdu sanki .. Günler  geçtikçe içindeki dayanılmaz boşluk artmaya başladı. Artık dayanamayacağını anladığında Madonna’sının kapısını çaldı ve hastaneye kaldırıldığını öğrendi. Hastaneye gittiğinde, Madonna sadece bir kez gülümsedi. Ancak o, gülümsemenin Raif’e neler hissettirdiğinin farkında bile değildi. Hastaneden eve geldikleri günlerde Madonna’sının her bakımını yaptı. Madonna artık inandı Raif’in sevgisine aşkına ..
      Ve bir gün haber geldi. Raif’in babası vefat etmiş ve Raif’i Türkiye’ye çağırmaktaydılar. Madonna Raif’ten önce terk etti Almanya’yı ve en son sözü ‘Şimdi ben gidiyorum. Nereye çağırırsan gelirim’idi.
      Raif Türkiye’ye döndüğünde az bir zaman mektuplaştılar. Daha sonra Raif, Madonna’dan hiçbir haber alamadı. Kafasında başkasını bulduğu gibi düşünceler geçti  on yıl boyunca. Ancak tesadüfen on yıl sonra karşılaştığı bir ahbabından Madonnası’nın vefat ettiğini öğrendi.  Bunca zaman Madonna’sına düşünceleriyle ihanet ettiğini düşündü ve çok üzüldü
     Bir gün Raif Bey efendi de vefat etti. Aşkını , sevgisini de kendiyle beraber götürdü.

Kitaptan bazı alıntılar:
     
   ‘’Bu portrede ne vardı?.. Bunu izah edemeyeceğimi biliyorum; yalnız, o zamana kadar hiçbir kadında görmediğim garip, biraz vahşi, biraz mağrur ve çok kuvvetli bir ifade vardı.’’

    ‘’Bu oydu. Bir an kadar gördüğüm yüzü, sisli kafamda bir şimşek gibi çakmıştı. Bu, yabankedisi kürkünün içinde, soluk yüzü, siyah gözleri ve uzunca burnu ile, sergide gördüğüm resmin ta kendisi,’’Kürk Mantolu Madonna’’ydı.’’

    ‘’ Eski bir dosta güler gibi güldü… 

                                               …Hayatımda hiç bu kadar mesut olduğumu, içimin bu kadar genişlediğini hatırlamıyordum. Bir insanın diğer bir insanı , hemen hemen hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu? ‘’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder