28 Mayıs 2014 Çarşamba

21. YY DA HEDİYE ANLAYIŞI ..

   

Yazıma günümüzde değişen hediye anlayışını  anlatmakla başlıyorum.  Nedir hediye ?  Hediye , insanın karşısındaki kişiyi mutlu etmeye yarayan ,karşılıksız , bir beklentiye girmeden(en önemli kısım burası) aldığı armağandır. Yalnız bu tanım pek günümüz için geçerli değil sanki , artık hediyenin değerinden çok maddiyatı daha bir önemli oldu 21. Yüzyıl yaşayanları için.
Yazıma günümüzde değişen hediye anlayışını  anlatmakla başlıyorum.  Nedir hediye ?  Hediye , insanın karşısındaki kişiyi mutlu etmeye yarayan ,
   Bu savımı örneklemek istiyorum. Bir gün okulun bahçesinde otururken , karşı masamda oturan kız nişanlısının annesiyle arasında geçenleri anlatıyor yüksek bir sesle. ( Hemen yanlış anlamayın tabiî ki kulak misafiri olmadım , yüksek sesle konuştuğu için duydum. Ben hiç öyle şeyler yapmam J ). Nişanlısının annesi bir gün gelmiş bunlara , ben sana Ankara’nın en iyi kuyumcusundan , en pahalısından tek taş aldım , siz benim oğlumu sevmiyorsunuz, ona karşılığında hiçbir şey almadınız demiş. Bakın olaydaki duruma. Eğer ben sana en iyi tek taşı aldıysam, sende benim oğluma en iyi hediyeyi almakla zorunlusun. Tabi kız kovmuş kadını evden , nişanlısından da ayrılmış vs vs. neyse bizi ilgilendiren hediye kısmı.
   Günümüzde hediye anlayışı böyleyken , Osmanlı zamanındaki hediye anlayışı nasıldı peki ? Erkekler , eşlerine en pahalı hediyeyi almak yerine sadece bir ayna hediye ederlerdi. Çünkü en güzel hediyenin aynaya bakan kişinin olduğunu anlatmak isterlerdi. ( Ne kadar ince bir anlayış değil mi? )
Bu iki olayı karşılaştırınca üzüldüm tabi
  Karşılıklı , beklentiyle hediye vermenin değişmesi dileklerimle..

  Mutlu Kalın…

  L Sokağı'ndan Sevgilerle 
  Efruze 


26 Mayıs 2014 Pazartesi

12 YILLIK ESARET FİLMİ

                     

   12 Yıllık Esaret filmi 2013 çıkışlı ancak Türkiye’de 2014 Ocak ayında vizyona giren İngiliz-Amerikan yapımı bir filmdir. Dili İngilizcedir. Filmin yapımcısı yakışıklı  Brad Pitt’imiz, yönetmeni ise Steve Mcqueen’dir. 12 Yıllık Esaret, 2014 yılı oskar ödüllerinde en iyi film ödülü almış ve sonuna kadar hak etmiş bir filmdir. Filmin baş rollerini Chiwetel Ejiofor ve Lupita Nyong paylaşmışlardır. Chiwetel Ejiofor birçok kez en iyi oyuncu ödüllerine aday gösterilmiş bir isim , Lupita Nyong ise 12 Yıllık Esaret filminde oyunculuğu ile göz doldurmuş ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü kazanmıştır.
   Film siyah bir adamın hayatta kalma mücadelesini , özgür olduğunu anlatma çabasını anlatmaktadır.
   Solomon ; müzisyen , 2 çocuk babası ve eşini çok seven siyah bir adamdır. Bir gün iki zengin adam tarafından kandırılıp, köle olarak satılır. Kimseye ispat edemez ve 12 yıl boyunca köle olarak birden çok kişiye satılır. Rengi siyah olduğu için hakaret de edilir , kırbaçlanır da.. Kendilerini beyaz oldukları için üstün gören kişiler için hiçbir değerleri yoktur.
Filmin sonlarına doğru Brad Pitt Solomon’un çalıştığı çiftliğe yardım için gelir ve kölelerin o hallerini görünce biraz da olsa haklarını savunur ama beyaz köle sahipleri için bunu anlamak ne mümkün ..
Solomon  Brad Pitt’in o sözlerini duyunca ona  inanır ve  bütün hikayesini anlatır. Bunun üzerine kurtarıcımız Brad Pitt yetkililere haber vererek Solomon’un kurtulmasını sağlar. (Boşuna kurtarıcı demiyorum J ) Solomon 12 yıl sonra evine döner. Ve hüzünlü bir son olur.
   Evet film biraz durağan gidiyor , olaylar çabuk çabuk gerçekleşmiyor. Heyecan isteyenlere pek önermiyorum ama hep heyecan filmleri izlemek olmaz ki , bir de bu filmi denemenizi tavsiye ediyorum.. Sonunda kesin iyiki izlemişim diyeceksiniz.

   Keyifli izlemeler J


L Sokağından Sevgiler ...
      Efruze..

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Küçücük Ellerde Ayakkabı Boya Sandığı..

 
   
    Daha 7. Sınıfa giden bir çocuk .. Esmer (ya da eli yüzü kir bilemedim) üstü başı kirli ve elinde ayakkabı boya sandığı.. Evet daha 12 yaşında.. Ekmek parası derdine düşmüş , ayakkabı boyayıp para kazanmak derdinde.. Yalnız bu çocuğun kimse farkında değil herkes kendinden uzaklaştırma derdinde .. Tanıtım standına gelir ‘’ Senin ne işin var burada hadi işine ‘’ laflarıyla uzaklaştırılmaya çalışılır .. Oysa bu çocuk standdaki kartvizitin üzerinde sonsuzluk işaretiyle ilgilenmekte.. Geldii.. baktı .. baktı.. ve  ‘’ aaa bu sonsuzluk işareti , saklıcam bunu ’’ diyerekten kartviziti aldı ve cebine koydu… Sonsuzluk işareti görmek, belki onun için bir umut demekti..
   Bu çocuk gibi daha nice çocuk..
   Balon onun için heycan verici bir oyuncaktı .. İyi giyinimli bir çocuk için ise olağan bir şey ..önemsiz.. İlk çocuk , daha balonu vermeden almak ister , ikinci çocuk verirsin almaz .. Çünkü birincisinin oynayacak oyuncağı ayakkabı boya sandığıdır .. Diğer çocuğun ise pahalı , güzel oyuncakları vardır ..
   Lütfen sizden ricam ..
   Üstü başı temiz  olan çocukları herkes sever.. Önemli olan diğer çocukları da sevmemiz .. Önemsememiz..     Diğer çocukları da önemseyenlerden olalım..

  L Sokağından Sevgiler ..
           Efruze..

21 Mayıs 2014 Çarşamba

EFSANEVİ ŞARKICI JOAN BAEZ



      Bu hafta size efsanevi şarkıcı Joan Baez’i tanıtmak istiyorum. Öncelikle hayatını anlatmaya girişmeden , onunla nasıl tanıştığımı anlatmak istiyorum. Tanışmak dedim ya hani , Joen ile hiç yüz yüze tanışmadık.      ( Joen diyorum çünkü her şarkısını dinlediğimde kendimi biraz daha yakın hissediyorum ona J ) Tabiî ki ben bir gün akşam ne dinlesem ne dinlesem diye aranırken Youtube’ da birden karşıma çıktı o efsanevi Donna Donna şarkısıyla .. Dinledim , dinledim ve doyamayıp bir daha dinledim .. Çok etkilenmiştim sesinden ve sonra hayat hikayesini okudum .. Şimdi de sizlere biraz da onun hayat hikayesinden bahsedeceğim.
1941 yılında Newyork Staten adasında dünyaya gelmiştir. 15 yaşında gitar çalmaya başlamış ve ilk demosunu yapmıştır. Yalnız plak şirketleri beğenmemiştir. (Muhtemelen sonradan başlarını taşlara vuracaklardır J ). Boston Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar Bölümü’nde okudu. 1960 yıllarda artık sahnedeydi ve zenci okullarında konser vermeye başladı. Joan Baez kariyerinde 8 altın plak kazanmıştır.

    Hayatı boyunca haksızlığa karşı savaşmış , sesini durmadan duyurmaya çalışmıştır. Vietnam Savaşı’na karşı çıkanları destekleyerek başlamış daha sonra ABD ‘de ve Kanada’da konuşma gezilerine çıkmıştır.
Uluslar arası Af Örgütü’ne üye olmuş ve İnsan Hakları Komitesi’ni kurmuştur. Şimdi bu kadar insanlığı düşünen , her yerde haksızlığa karşı çıkan bir sanatçının , bir sopranonun şarkılarının kötü olması mümkün müdür ? Hangi şarkısını dinlerseniz dinleyin , her şarkının içinde yaşadıklarına dair bir parça  hissettirir biz dinleyicilerine… Belki de bu yüzden bu kadar severiz Joan’ı.
   
   Joan Baez 1988 , 1989 yılları arasında İstanbul’da ve İzmir Efes’teki festivallerde konser vermiştir. Nazım Hikmet ile birlikte Türkçe şarkı söylemiştir. Tüm bunları okuyunca Joan Baez’in Türk insanlarına ne kadar sıcak olduğu anlamamız hiçte zor olmuyor.
    
     Her sevginin karşılıklı olduğunu düşünmüşümdür. Joan ile Türk insanınınki de böyle bir ilişki.  
                                                     L Sokağından Sevgilerle...
                                                         Efruze..

15 Mayıs 2014 Perşembe

13 Mayıs 2014 - SOMA

   Soma'da yaşanan maden kazasında , vefat eden işçilerimize Allah'tan rahmet , ailelerine sabır diliyoruz. Dualarımız sizlerle ..


13 Mayıs 2014 Salı

EFES'İN BÜYÜLEYİCİ GÜZELLİĞİ

Efes (Yunanca: Ἔφεσος EphesosAnadolu'nun batı kıyısında, bugünkü İzmir ilinin Selçuk ilçesi sınırları içerisinde bulunan, daha sonra önemli bir Roma kenti olan antik bir Yunan kentiydi. Klasik Yunan döneminde İyonya'nın on iki şehrinden biriydi. Kuruluşu Cilalı Taş Devri MÖ 6000 yıllarına dayanır.
İzmir Efes'in tarihi açısından baktıktan sonra şimdi gelelim yorumlarıma. Efes'e girerken İş Bankasının kredi kartı varsa eğer ücretsiz giriyorsunuz eğer yoksa öğrenciyseniz 20 lira , öğrenci değilseniz 40 lira veriyorsunuz. Bence ücret çok fazla. Çünkü 4 kişilik bir aile düşünün gitmeye kalksalar 100 liradan fazla gözden çıkarmaları gerekecek. Bu güzelliğin , bu tarihi eserin ülkemizde olmasından dolayı çok şanslı olduğumuzu  ve bu ülkenin vatandaşlarına fiyatlarının daha az olması gerektiğini düşünüyorum. Neyse , girdik içeri ve Japon turistlerle karşılaştım , o kadar kibar ve yardımsever insanlar ki keşke dillerini bilsem de sohbet edebilsem diye düşündüm :) 
Efes'in içine doğru ilerledikçe hayretler içerisinde kaldım. Düşünün ki Milattan Önce yapılmış bir şehir ve hala günümüzde sağlamlığını korumakta. O taş oymaları , yapıtları , yerlerdeki taşlar insanı hayrete düşürüyor :) Eğer İzmir'e bir gün yolunuz düşerse sakın görmeden gelmeyin diyorum :)

L Sokağından Sevgilerle ...
Efruze 



12 Mayıs 2014 Pazartesi

BİR GÜNLÜK ALAÇATI

Geçen hafta Ankara'dan İzmir'e tatile gittim. Vee tabikiiii İzmir'e gidilir de o meşhur Alaçatı'yı görmeden gelemem diye düşünüp Alaçatı'yı gezmeye gittim. Böyle tatlı mı tatlı, şirin mi şirin bir yeri görmek ilk başta heyecanlandırdı beni. O dar sokaklardaki cafeler , cafelerin dizaynı , küçük ama şirinliği, mavi ile boyalı evlerin kapıları , pencereleri resmen büyüledi beni..  Bir sürü gelin damat gördüm ve hepside mutlu mutlu düğün fotoğrafı çektiriyordu. (Laf aramızda özenmedim değil :) )  Küçük dükkanlardaki hediyelik eşyalardan bir kaç arkadaşıma hediye aldım, hediye almak beni çok mutlu ediyor hediyelerini verdiklerim de yüzlerindeki mutlu ifade benim iki kat mutlu olmamı sağlıyor :) Eğer bir gün İzmir'e yolunuz düşerse Alaçatı'nın o güzelliğini görmeden dönmeyin :)


L Sokağından Sevgilerle ... 
Efruze

4 Mayıs 2014 Pazar

ALBERT CAMUS



     ALBER CAMUS, 1913 yılında Cezayir’de dünyaya geldi. Cezayir Üniversite’sinde sürdürdüğü felsefe öğrenimini sağlık nedenleriyle yarıda bıraktı. 1938’de Paris’e gitti, ilk yapıtları Tersi ve Yüzü ve Düğün bu dönemde yayımlandı. Edebiyat dünyasına asıl girişini, 1942’de yayımlanan Yabancı adlı romanı ve Sisifos Söyleni başlıklı felsefi denemesini belirledi. Birbirini tamamlayan bu iki yapıtta, varoluşçu izler taşıyan’’saçma’’ felsefesini  geliştirdi. Başkaldıran İnsan, Yaz, Sürgün ve Krallık isimli eserleriyle hem edebiyat hem de düşünce alanlarında yetkinliğini kanıtladı. Mutlu Ölüm ve İlk adam romanları ölümünden sonra yayımlandı. 1957 ‘de Nobel  Edebiyat Ödülü’nü değer görülen ve bugün XX.yüzyıl edebiyat ve düşünce dünyasının en önemli adlarından biri kabul edilen Albert Camus, 1960 yılında bir araba kazasında yaşamını yitirdi.
    Albert Camus’nün Yabancı'sını okudum. Ve beni öyle derinden etkiledi ki ! Düşünün ki bir  adam var  herkese aynı seviyede umursamazlıkla yaklaşıyor bu öyle bir yaklaşım ki öz annesine bile ! Bu kitabı okurken ben bile yargıladım o adamı. Sen nasıl annenin cenazesinde üzülmezsin diye birde utanmadan sigara içiyorsun diye .. Gelişen olayları okudukça nasıl da yanıldığımı gördüm. Bir gün o adam, hiç aklında yokken birine 4 el ateş ediyor ve adam oracıkta ölüyor.  Sonra tabi tutuklandı. Tutuklanmasını bile önemsemedi. Mahkemeye çıkarıldı ve yargılanması adam öldürdüğü için olmadı , annesinin cenazesinde üzülmediği için yargılandı.
Şimdi düşünelim çevremizde de böyle değil midir ? Bizden farklı insanları yargılarız neden böyle ? neden bizim düşündüğümüz gibi düşünmedi ? Hatta yazının başında bile yargıladım nasıl üzülmezsin annenin cenazesinde diye..
 
     Marie evlenmek istiyordu onunla.. ve Marie hakkında düşünceleri şöyleydi…

   ‘’Akşam Marie beni görmeye geldi, kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu.’’ Bence bir , ama istersen evleniriz,’’dedim.O zaman, kendisini sevip sevmediğimi öğrenmek istedi. Bir başka zamanda söylediğim gibi, ‘’ Bunun bir anlamı yok , ama herhalde sevmiyorumdur,’’diye karşılık verdim.  ‘’ Öyleyse niçin benimle evleneceksin? ‘’ diye sordu.Bunun hiçbir önemi olmadığını, isterse evlenebileceğimizi söyledim. Zaten isteyen kendisiydi, ben sadece evet demekle yetiniyordum.O zaman Marie ‘’Evlilik ciddi bir seydir,’’ dedi. Ben de, ‘’ Değildir’’diye karşılık verdim. Bir an sustu, bana sessiz sessiz baktı. Sonra yine konuştu, ‘’Aynı biçimde bağlı olduğun bir başka kadın sana aynı öneride bulunsa kabul eder miydin, onu öğrenmek istiyorum.’’dedi.’’Elbette ederdim,’’ dedim.
   
   Şimdi düşünün  sevdiğiniz adam size böyle şeyler diyor..Ne tuhaf değil mi?
Yabancı romanında beni etkileyen şeylerden biri de: adam hapishaneye giriyor ve vakit geçirmek için düşünmeye başlıyor. Odasını düşünüyor ve şimdiye kadar fark etmediği kadar ayrıntı fark ediyor.
Her gün yaşıyoruz , her  gün aynı şeyleri  yapıyoruz. Sıkılıyoruz , bunalıyoruz , şikayet ediyoruz. Ama şöyle bir düşündüğümüzde hiçbir şeyi fark etmeden öylece yaşıyoruz.
En sonunda adam herkes gibi olmadığı için yargılanır ve idam cezasına mahkum edilir. Oradan kurtuluş yoktur işte ! O  şöyle diyordu ‘’ Aslına bakarsanız , insan ha otuzunda ölmüş ha yetmişinde, pek önemli değildi. Çünkü her iki halde de , pek doğal ki, başka erkekler de, başka kadınlar da yaşayacaklardı, hem de binlerce yıl. Şimdi de olsa, yirmi yıl sonra da olsa yine bendim ölecek olan.

   Çevrenizdeki ayrıntılara saklanmış güzellikleri  fark edin ! Eminim hayat o zaman daha güzel hale gelecektir.



Gün gelir gerçek bir şey yaşarsın.
tekdir, birdir, gerçektir, bir lahzalıktır.
yaşadıklarından farklıdır,
yaşayacaklarından da farklıdır.
sessiz ve suskun yaşarsın.
bilirsin imkânsızı ama yaşarsın işte...
zaten vakti gelmişse yaşarsın.
kimileri acı der, kimileri mutluluk,
kimileri çoğunluğumda ki yalnızlığım der.
ama sen farklı bir şey demeye çalışırsın.
sakın uğraşma!
aşık olmuşsundur sen…
çabalar boşunadır, çabaların da                                                                                                                       boşuna…. 







                            

1 Mayıs 2014 Perşembe

KATLİME FERMAN..

    
             
    Yaşamak istediklerim bunlar değildi… hayallerim vardı, yaşamak istediklerim… “daha”larım vardı, olmak istediklerim… Olması gerekenler değil! Kader yazmak istedim, kadercilik oynamak değil… “keşke”ler kurmayı hiç sevemedim…”iyi ki” lere hasret yaşadım… Ak ya da kara olmayı istedim hep! Ama grileri yaşamak düştü payıma… Hayallerimden farklı şeyler yaşasam da şükür demesini bildim. Ne de olsa gitgide alışıyordum KADERCİLİĞE…
Çevremde ki insanlara dedim ki bırakın yanlış yapayım. Anca öyle anlarım elimde olmayan doğrunun değerini. izin vermediler. Bende yanlış yapmaktan çekinmediğim için doğrunun değerini hiç mi hiç anlayamadım…
Gün geçtikçe bulunduğum konumu özümsemeye çalıştım… Gerçekten belki de kader dedim… Belki benim hikâyem de sonda olacak başta olmuştur dedim… “belkiler” çok kurunca bu sefer de; “hani benim olan hayat, nerde benim yaşamak istediklerim” dedim de duymadılar beni. Zaten dinlemiyordular da… ben yaşamak istediklerimi yapmak istiyordum, onlar ise yaşayamadıklarını yaptırmak istediler bana…
Zamanla kadercilik oynayan biri olarak bulunduğum konumu özümseyeceğim… ama yemin olsun hep hayallerini gerçekleştiren insanlara imreneceğim. Kendimi bu şehre hapsedip kendi hâkimim de, avukatım da, gardiyanım da kendim olacağım… suçum da zaten kendi hayatımı kendi yaşamak istemem olacaktır…
Ben hep “keşke”ler kuracağım… dönüp arkama baktığım da “iyi ki hayal kurmuşum diyeceğim…” ve arkam da doluca yaşanmak istenen bir boşluk bırakacağım…