30 Nisan 2014 Çarşamba

HÜRREM SULTAN

     

Merhaba L Sokağı okuyucuları. Bu gün ne kadar tanıyoruz bölümüne bir önceki yazımın devamı niteliğinde ki Muhteşem bir döneminin şüphesiz en çok konuşulan bir isminden bahsetmek istiyorum. Sadece kendi dönemi ile sınırlı kalmamış tüm dönemlerde adı çokça bahsedildi. Osmanlı da kadınlar saltanatını başlatan, dünyaya hükmetmiş bir padişahın nikâhlı eşi, gözdesi, tarihin en kanlı katline fermanında etkisi büyük bir kadın… Bahsettiğim kadın Hürrem Sultandan başkası değildir.
Hani bir şarkı da geçer ya “ beni bilimle anla, felsefe ile anlat ve tarihle yargıla” diye. Biz şüphesiz ki tarihi, bilimin bize sunduğu belgelerle öğrendik. Ama onları anlamadan tarihin akışı ile yargılıyoruz. Ne kadar tanıyoruz Hürrem Sultanı? Şehzade Mustafa katlinde ki etkisi çok büyüktür. Ama onun bir anne olduğunu ya da bir kadın olduğunu unutmamak lazım. Daha 15 yaşında iken kendi yurdundan koparılıp bir saraya cariye olarak getirildiğinde içinde neler olduğunu tarih yazmıyor. Ama çocukları için girdiği mücadeleden onu anlayabiliriz. Bu mücadele çok can aldı ve hatta masum insanların canı yandı… İlk can paresi Şehzade Mehmet’i kaybettiğinde ki acıyı biliyordu Hürrem. Artık tarihin akışında ne yaptıysa bir daha o acıyı tatmamak içindi. Ama nerden bilebilirdi Şehzade Mustafa ile yaktığı fitne ateşinin bir gün onun can paresi Şehzade Beyazid’i de yakacağını. Bu katle gönlü bir türlü razı gelmeyen Şehzade Cihangir’in, Mustafa’dan sadece 21 gün sonra öleceğini bilebilir miydi? Bilemezdi… Tabi ki bunlar onu masum kılmaz. Ama onu Mekke’den İstanbul’a kadar yaptığı hayır işleriyle bilmeyiz nedense. Oysa bu da tarih belgelerinde vardır. Şimdi Hürrem Sultanın saraya gelmesinden ve ölümüne kadar geçen sürede ne yapmış bir bakalım.
Osmanlı sarayına gelene kadarki yaşamı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Lehistan Krallığı'nın sınırları içerisinde bulunan Rutenya(Ukrayna)'da 1504 yılında doğduğu rivayetler arasındadır. Tatar akıncılar tarafından 1520 tarihinde 15'li yaşlarında Rutenya'den kaçırıldığı, Kırım Hanı'nın himayesine girdikten sonra Osmanlı sarayına sunulduğu tarihçiler ve yazarlar tarafından kabul görmüş bir rivayettir. Saraya gelmeden önceki adı hakkında pek çok bilgi yaygındır. 16. Yüzyıl eserlerinde olmasa da 19.yüzyıl eserlerinde - Anastasia diye geçer. Polonyalıların geleneğinde, Aleksandra Lisowska olarak bilinir. Avrupa , Roksan diye anmıştır onu. Ama saraya her yeni gelen cariyeye verilen isim ona da verilir. Harem halkı  onu bir süre Ruşen diye çağırır ama Kanuni Sultan Süleyman ona Hürrem dedikten sonra tüm bir tarih onu öyle anacaktır.
Hürrem Sultan’ın saraya gelişi ve Kanuni ile tanışması hakkında kesin bilgiler yoktur.  Kanuni’nin Şehzadeliği sırasında veya padişahlığının ilk senesinde Harem'e girdiği düşünülür. Padişahı ilk tanıdığı gece Padişahı zekâsı, cesaretiyle öyle bir etkiler ki tüm bir ömür onu görmek ister Kanuni. Ertesi gün onu tüm saray Hürrem diye çağırır. Çünkü ona ismini 3 kıta ya hükmeden cihan padişahı vermiştir. Hürrem Farsça da gülen demek yani neşeli kişi…
 Hürrem zamanla her şeye sahip olmak için aslında tek şeye sahip olması gerektiğinin farkına varır. Sahip olması gereken tek şey Cihan Padişahının aşkıdır. Amacı aşk çölünde sultanı kendine susuz bırakmaktı. Nitekim Hürrem’in başarısını, Sultan’ın ona yazdığı şiirler de görmek mümkün. Nihayet Sultan;
“ Aşk mıdır ki boynuma takıp bela zincirini
Gezdirip Mecnun leyin âleme rüsva eyleyen.” Dizeleriyle aşkını ilan ettiğinde Kanuni ölümsüz aşk masalında âşık rolünü gönüllü üstlenmişti. Öyle ki daha ilk zamanlar da Kanunnameler de açıkça yasaklanan şeyleri bir bir Hürrem yıkıyordu. Fatih Kanunnamesinde Padişah’ın önünde kahkahalarla gülmek yasak iken zamanla Hürrem bunu yapmaktan ayrı zevk alır olmuştu. Daha sonraları ilk kez bir padişah cariyelerine özgürlük tanıyıp nikâhına alacaktı. Hürrem’in istedikleri bir bir oluyordu. Ama zamanla sarayda daha etkili olmak için Şehzadesinin olması gerektiğinin farkına varır. Hürrem Sultan saraya getirildiğinde Kanuni'nin Manisa valisi iken birlikte olduğu Mahidevran Sultan'dan “Mustafa” isimli bir oğlu vardı. Sarayın en nüfuzlu kadını padişahın annesi Ayşe Hafsa Sultan, ikinci derece nüfuzlu kadın Mahidevran Sultan idi. Hürrem, saraya girdikten sonra Kanuni ile ilişkisinden 1521’de “Şehzade Mehmet” dünyaya geldi ve böylece Hürrem Sultan saraydaki en nüfuzlu üçüncü kadın durumuna geldi. Ve art arda Selim, Bayezıd, Cihangir, Mihrimah olur. Hürrem, Kanuni olmadan bir zerre dahi olmadığının elbette farkındaydı. O zaman saltanat tahtına kendi Şehzadelerinin oturması gerekir. Ama nasıl? Büyük  Şehzade Mustafa dır. Ve olası bir durumda tahta Mustafa daha yakındır. Hem halk, asker, alimler, ve daha niceleri Mustafa’yı çok sevmektedir. O zaman tek bir kişinin sevgisini Mustafa’dan esirgeyecekti. Bu kişi tabi ki Kanuni olacaktır. Hürrem çeşitli entrikalarla Mustafa’yı, Kanuni’nin gözünden düşürmeye çalışır. Ama Mustafa, babasına öyle sadıktır ki böyle bir şey mevzuu bahis dahi olmaz. Hem haremin başına da geçmelidir ki her şey idaresi altında olsun. O zaman Mustafa ve Mahidevran Sultanı payi tahttan uzaklaştırmalıdır.
İki haseki arasındaki rekabet bir gün kavgaya dönüşmüştür. Hürrem Sultan bu kavgayı çeşitli entrikalarla lehine çevirmiştir. Pek çok yazara göre bu olaydan sonra gözden düşen Mahidevran Sultan, 1533’te Manisa valiliğine atanan oğlu veliaht Şehzade Mustafa’nın yanına gönderildi ve Hürrem Sultan, onun yerini aldı.
Hürrem Sultan'ın sarayda pozisyonu Kanuni'nin nikâhlı eşi olması ile arttı ve bu olaydan sonra Mahidevran Sultan'dan daha yüksek bir mevki sahibi oldu. Hürrem Sultan, Şehzade Cihangir’in doğumundan sonra Kanuni ile görkemli bir düğün yapılarak evlendi ve aralarında resmi nikâh kıyıldı. Kesin tarihi belli olmamakla birlikte Haziran 1534’te veya daha erken gerçekleştiği düşünülen düğün, Hürrem Sultan'ı Kanuni’nin meşru eşi yapan, Osmanlı geleneklerine aykırı düşen çok önemli ve devrimci bir hareket olarak değerlendirilir. Bu nikâh ile Hürrem Sultan, Osmanlı tarihinde padişah tarafından uzun bir süre sonra nikâhlanan ilk cariye oldu.
Mahidevran ile Hürrem Sultan arasındaki mücadelede Mahidevran Sultan'ı tuttuğu düşünülen ve oğlu üzerinde büyük nüfuzu olduğu söylenen Valide Hafsa Sultan’ın 1534 yılındaki ölümü ile Hürrem’in saraydaki etkisi daha da artmıştır ve Harem yönetimini eline almıştır. Fakat Valide Sultan'ın ölümünden sonra Mahidevran Sultan veliaht annesi olduğu ve Şehzade Mustafa'nın tahta çıkmasına kesin gözle bakıldığı için Valide Sultan'lığa hazırlanmaya başlamıştır.
Mustafa’nın en büyük destekçisi Kanuninin çocukluk arkadaşı, sırdaşı Pargalı İbrahim’dir. Ve Hürrem’e çok engeldir bu durum. Hürrem ilk olarak çeşitli entrikalarla, Pargalı İbrahim’in Kanuni’nin gözünden düşmesini sağlar. Bazı kaynaklarda bu durum da Sadrazam Pargalı İbrahim’in mal, mülk, mevki sevdası olduğunu söyler. Pargalı İbrahim’in katline ferman verilir. Bu olayda da Hürrem’in etkisi büyüktür. Şimdi kendine sadık bir köle bulma zamanıdır. Hem sadrazam olmaya yakın biri hem kendine sadık bir köle lazımdır. Böyle biri vardır. Diyarbekir valisi Rüstem Paşa ya da ünlü kehle(bit) hikâyesinin kahramanı Rüstem Paşa böyle bir tarife çok yakındır. O zamanlar da Mihrimah Sultan baştan aşağı salt bir güzelliğe bürünmüş, güzelliği dilden dile ulaşmıştır. Hürrem hemen işe koyulur ve kızını, RÜSTEM Paşa ile evlendirmeye karar verir. Hem böylece damadı Sadrazam kolaylıkla olacak hem azli kolay kolay istenemeyecekti. Böylece Padişah’ın verdiği kararları kolaylıkla yönetecekti. Ama ortalık da Rüstem Paşa’nın cüzamlı olduğu söylentileri vardı. Hürrem bunun da bir çaresine bakar. Hemen sarayda ki hekimlerden birini Diyarbekir’e gönderir, Rüstem Paşa’nın çamaşırlarını kontrol ettirir. Dönemin hekimleri cüzam teşhisinde bit kullanırdı. Cüzamlı olan kişi de bit olmazdı. Ve talih Rüstem Paşadan yana olur ve çamaşırlardan bit çıkar. Düğün dernek kurulur ve Mihrimah Sultan Rüstem Paşa ile evlendirilir. Bu olay üzerine o devirde ki bir şair adını gizleyerek şu dizeleri yazmıştır.
“olacak bir kişinin bahtı açık, talihi yar
Kehlesi dahi mahallinde onun işine yarar.”  Bu dizeler gizli gizli okunup açık açık gülünür olmuştur. Yeni damat Rüstem, tıpkı İbrahim gibi servet ve saltanat hırsıyla yanıyor, vicdanında ki doğrulukla parlayan engelleri(!) bir bir siliyordu. Ne var ki İbrahim zorla kul olabiliyordu; Rüstem ise kul olmaya gönüllüydü. İbrahim bir gözdeydi, Rüstem ise köle. İbrahim tarih için yaratılmış gibiydi.(Babilde Ölüm İstanbul da Aşk- İskender Pala)
Her şey istediği gibi giden Hürrem sadece harem de değil devlet işlerin de iyice etkili olmuştur. Mustafa’nın en büyük destekçisini bertaraf etmiştir. Ama yeterli değildi. Mustafa kıskanılacak derece de çok seviliyordu.
Şehzade Mustafa hayatta iken onun haricinde sarayda üç şehzade daha vardır. Şehzade Selim, Bayezıd, ve Cihangir. Hürrem Sultan’ın ve Rüstem Paşa’nın meyli Şehzade Bayezid’e; Askerler, âlimler, halk veSadrazam İbrahim Paşa’nın meyli ise Şehzade Mustafa’ya idi. Harem halkının meyli ise sancağa çıkmayan Şehzade Cihangir’eydi. Yani Selim kimsenin aklına dahi gelmiyordu. Zira kendi sancağında etrafında toplanan musahiplerle eğlenceli bir hayat sürüyor devlet işleri sorulduğunda”bakalım Mevla neyler” diye lakayt geçiyordu. .(Şehzade Mehmet çok genç yaşta ölmüştür. Bazı kaynaklar o hayatta iken Kanuni’nin onu saltanatın başına getirmek istediğini ve Padişahlıktan geçen Manisa Sancağına dahi onu getirdiğini yazar).
Ancak Hürrem Sultanın Bayezıd, Cihangir ve Selim’in annesi olması, Mustafa’nın halk arasında çok sevilmesi fitne ateşini yakıyordu. Bu durumu kendi lehine çeviren Hürrem Sultan çeşitli zamanlarda Kanuni’yi kışkırtmaktan çekinmemiştir. Bu söylentileri dikkate almayan Kanuni’ye artık somut deliller sunma zamanı gelir. Söylentilere karşı bir defasında Kanuni;” hâşâ Mustafa Han’ım böyle bir küstahlığa cüret ede. Bazı müsfidler kendi arzularını mülk ve saltanat ona kalmasun diye iftira ederler.” Diye sert çıkmıştır. Bu durumda fitne ateşini iyice körükleyen Sadrazam Rüstem Paşa, Mihrimah Sultan ve Hürrem Sultan aralarında bir plan yaparlar. Sahte mektup yazmadaki başarısını gösteren Hürrem Sultan, Mustafa’nın; İran şahı Tahmasb ile iş birliği içinde olduğunu, Kanuni yi devireceğini inandırdı. Hatta 3.iran seferi için Mustafa orduya yardım amaçlı 30.000 kişilik ordu ile Konya Ereğlisi’ne geliyordu. Ama bu padişaha isyan hazırlığında gibi sezdirildi. Kötü emeller amacına ulaşmış ve maalesef Şeyhülislam Ebusuud Efendi’den usulüne uygun alınmayan fetva ile çağın en acılı ve haksız idamı gerçekleşmiştir. Şehzade Mustafa babası ile görüşmek için girdiği çadırda yedi dilsiz cellât tarafından boğdurularak öldürülür. Suçu devlete isyan suçundandır. Oysa deliller yanlış şahitler yalancıdır.
Her ne kadar idam kararı usulüne uygun uydurulmuşsa da bu hadiseyle,  memleket içinde büyük sıkıntılar yaşanmıştır. Bu katle gönlü bir türlü razı olmayan Şehzade Cihangir aynı yıl üzüntüsünden ölmüştür. Ve halk ciddi anlamda bu durumdan rahatsız olmuş ve Sadrazam İbrahim Paşa’nın azli istenmiş ve azledilmiştir.
Hürrem hepten istediklerine iyice yaklaşmıştır. Zira tahta kendi çocuklarına yakın başka biri yoktur. Her durumda saltanat tahtına kendi çocuklarından biri oturacaktır. Ama hangisi?
Bu seferde Lala Mustafa Paşa kendi şahsi menfaatleri yüzünden iki öz kardeş Şehzade Bayezıd ve Şehzade Selim’in arasını açar. Maalesef bazı kışkırtmalara aldanan Bayezıd, Padişah’ın emriyle üzerine gelen ordu ile Konya yakınlarda karşı karşıya gelen Bayezıd mağlup olmuş ve İran’ın başkenti Kazvin’e sığınmış ve asi hale gelmiştir. Ve bazı dedikodular yüzünden şah, Şehzadeyi Padişah’a teslim etmiş ve Bayezıd ile dört oğlu idam edilmiştir. İdam fetvasını veren Ebusuud Efendi’dir ve bu fetva da herhangi bir aykırılık bulunmamaktadır. Suçu devlete isyandandır ve deliller ortadadır.
Kendi kazdığı kuyuya kendi düşmüştür Hürrem. Mustafa’ya İran Şahı ile işbirliği izlenimi vermiştir oysa çok geçmeden kendi şehzadesi bunu yapmıştır. Ve yine gariptir Konya ‘ da öldürülen Mustafa gibi Bayezıd da Konya’da öldürülür.
Gelip geçer, buna dünya derler. Herkes gibi Hürrem de bütün ihtişamı ve yalnızlığıyla, bütün hüzün ve sevinciyle, bütün beyazları ve karanlığıyla dünyaya 15 Nisan 1558’de İstanbul’da veda etti. Muhteşem Sultan kendi gibi muhteşem kadın Hürrem’i de kendi ecnebiliği ve bütün aykırılığına rağmen Süleymaniye tesisinin bir parçası saydı ve oraya gömdü. Osmanlı’nın en dirayetli kadın Sultan’ı son nefesini verirken hem kaçmak istediği hem yakalanmak istediği Kanun Koyucunun yanına gömülür. Hem de araların da biten gülün kokusu her ikisine yetecek kadar yakınına. Ama yine yapayalnızdı Hürrem… Çünkü öyle yapmıştı Koca Sinan mezarını.
Zordu Hürrem olmak. Tarihin akışında her şeyi çocukları için yapmıştı. Oysa onlar teker teker yalnız bırakacaktı Hürrem’i. Çok istediği Valide Sultan olamamıştır. Şimdi ise ebedi bir uykuya dalacaktı Hürrem.
Tüm bunlarla beraber İstanbul’dan Mekke’ye kadar birçok hayır işi yapmıştır Hürrem. O dönem de konumlarına göre belli bir maaş verilirdi kadınlara. Böylece kendi mal, mülkleri olurdu. Bunlar üzerindeki tasarruf hakkı yine onlara aitti. Hürrem de bu mal mülkü ile çeşitli hayır işleri yapmıştır. Bunlardan bir kaçını sayarsak:
Hürrem Sultan tarafından yaptırılan Sultanahmet Meydanı'nda ki Haseki Hürrem Sultan Hamamı, İstanbul
Hürrem Sultan İstanbul'da günümüzde onun adıyla anılan Haseki semtinde, Mimar Sinan'a Haseki Külliyesini yaptırmıştır. 1538-1550 yılları arasında inşaatı tamamlanan külliyenin içinde bir hamam, medrese ve hastane bulunmaktadır; onun ilk ve en önemli hayratlarındandır.
Günümüzde T.C. Sağlık Bakanlığı Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak tanınan bu hastane Türkiye'de kesintisiz hizmet vermekte olan en eski hastane olma özelliğini taşır.
Hürrem Sultan ayrıca Ayasofya Camii civarında yardıma muhtaç ve fakirlerin karnını doyurmak için bir mutfak yaptırtmıştır.
Kâbe’de, Şam’da, Bağdat’ta, Konya’da, Kudüs’te, Edirne’de Hürrem Sultan adına çeşitli eserler yapılmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder